29 Kasım 2016 Salı

Giza’daki Büyük Sfenks’in Gizemi (Mystery of the Great Sphinx of Giza)

Antik Mısır deyince akla ilk olarak geçmişten günümüze kadar uzanan ve hala ayakta kalmayı başarmış 3 büyük Piramit ve Sfenks öne çıkmaktadır. Yıllar boyu süren araştırmalarda gerek arkeologlar gerekse araştırmacılar hem Piramitlerle ilgili hem de Sfenksle ile ilgili pek çok değişik iddiaları ortaya atmışlardır.

Bugünkü yazımızda Giza’nın Büyük Sfenks’ini ve bilinmeyen yönlerini mercek altına almaya çalışacağız.



İşe ilk olarak Sfenks’in etimolojik ve mitolojik anlamına bakalım. Aslında pek çoğumuzun bilmediği bir şey vardır ki; şu an Antik Mısır’dan kalma Piramit, Sfenks gibi yapıların isimleri antik Yunan dilinden günümüze geçmiştir. Antik Mısır’da Piramitlere Meru denmekteydi. Ayrıca Mısır ülkesinin ismi de Khem olarak geçmekteydi. 

Sfenks’in Eski Krallıklar döneminde nasıl isimlendirildiği bilinmiyor ancak Yeni Krallıklar döneminde( M.Ö.1550– M.Ö.1077 ) isminin “Hor-em-akhet” olarak geçtiği araştırmalarla bulunmuştur. Buradaki Hor kelimesi Horus’u simgelemektedir. Akhet ise Antik Mısır’da güneşin doğup battığı yer yada sıkça kullanılan çeviri şekliyle horizon / ışık dağı anlamlarına gelmektedir. Eski Mısır inancında Sfenks’in, yükselen güneşi karşıladığı için bir bakıma Piramitlerin koruyucusu olduğu da söylenir.

Şu an günümüzde kullanılan Sfenks kelimesi ise Yunan Mitolojisinde kanatlı aslan vücudu ve kadın başı olan bir yaratığı simgeler. Bu yaratık Thebes civarında dolaşan seyyahları pusuya düşürür ve onun sorduğu soruları bilemeyenleri bir çırpıda yutar. Efsaneye göre Oedipus ( Thebes'in Mitolojik Kralı, Laios ve Jokaste'nın oğlu. Babasını öldürüp, annesiyle evlenmiştir.) Sfenks’in sorduğu soruyu bilir ve sonunda Sfenks kendini öldürür.





Orjinali Sphinx olarak yazılan bu Yunanca kelime zamanla Latinceye geçmiştir ve oradan da günümüz İngilizcesinde kullanılan squeeze(sıkıştırmak, ezmek) kelimesinin de buradan türediği etimolojik kaynaklarda mevcuttur.

Bu etimolojik bilgilendirmeden sonra şimdi de Sfenks’in yakın geçmişteki keşfi ve ardından da günümüz biliminde Sfenks’in önemine ve hala açıklanmayı bekleyen büyük gizemlerine gelelim.

Büyük Sfenks(tamamen kumlarla kaplı halde iken) yakın geçmişte ilk olarak M.S. 1817 yılında Arkeolog Giovanni Battista Caviglia tarafından keşfedilmiştir. Takip eden birkaç on yıldan sonra nihayet 1925 – 1936 yılları arasında Arkeolog Emile Barazie’nin öncülüğünü yaptığı kazılarla günümüzde görülen haline kavuşmuştur. Günümüzde pek çok araştırmacı Sfenks’in aslında tamamen bitirilememiş, yarım kalmış bir yapı olduğu iddia etmektedir. Yine pek çok spekülasyona göre aslında Sfenks, şu an göründüğünden çok daha büyük bir şekilde yapılmaya yeltenilmiş ancak bitirilememiştir.




Günümüzde Sfenks’in baş kısmının üstüne dikkatlice bakıldığında ise, 19. yy da çekilen resme kıyasla başının üstündeki deliğin kapandığı açıkça görülmektedir.



Sfenks’in ölçülerine baktığımız zaman da şunu söyleyebiliriz ki şu anda dünya üzerinde bulunan en büyük tek taş blok halinde inşa edilmiş bir yapıdır. 73.5 metre uzunluğunda, 6 metre genişliğinde ve 20 metre yüksekliğindedir. 

Tabi bu devasa ölçülerinden ötürü bazı araştırmacılar bu yapıyı efsanelerde geçen ve yok olmuş antik kadim medeniyetlere, bazıları da dünya dışı canlılara bağlamışlardır. Ancak bunların yanında Mark Lehner ve Graham Hancock gibi araştırmacılar ise Büyük Sfenks, Giza Piramitleri ve Nil Nehri ile Aslan(Leo), Orion takım yıldızları ve Samanyolu(Milky way) galaksimiz arasında göksel bir hizalanma, bir uyum durumunun olma tezini ileri sürmüşlerdir.




Her ne kadar bu konular da Sfenks’in gizemleri arasına girse de aslına bakılırsa şu an günümüzdeki en büyük sır Sfenks’in içinde ve hatta altında yatmaktadır. 

Pek çok araştırmacı uzun süreler boyunca gerek Sfenks’in içinde gerekse de altında konumlanmış olan odalar olduğunu ileri sürmüşlerdir ve bazıları bu odalarda çok eski Mısır tarihine ait kayıtların saklandığını ve aslında bunların da bizim geçmiş medeniyetimizi anlamaya yarayacak , insan oğlunun gerçek yaşanmış tarihine dair papirüs rulolarla saklanmış bilgiler barındırdığını düşünmüşlerdir. Belki de bu bilgiler içinde efsanelerde de geçen batık kıta Atlantis’e dair kadim bilgiler de bulunmaktadır. Mitolojik olarak, Mısır’da bir yerde gömülü halde olan bir kütüphaneden bahsedilir ve pek çok kişi de aslında günümüzde de bu kütüphanenin Sfenks’in altında olabileceğini düşünmektedir.

Bazı kesim de böyle bir kayıp kadim bilginin, kütüphanenin Sfenks’in altında olabileceğini ancak bu kayıtların Antik Mısır’dan çok çok daha önce yaşamış ve belki de soyu Atlantis’e dayanan bir kadim toplum tarafından saklanmış olabileceğini ileri sürmektedir.

İlginçtir ki, oldukça eski olan , son derece nadir ve bu anlaşılmaz yapının içine girişlerin olduğunu gösteren resimler de vardır ve bu girişlerin devamında başlayan geçiş yollarının Sfenks’in altında bulunan çok geniş odalara ulaştığına inanılmaktadır.

Graham Hancock ve Robert Bauval’ın beraber kaleme aldığı “Message of the Sphinx” (Sfenks’in Mesajı) adlı kitapta her iki araştırmacı da Mısır Hükümeti ile Amerikalı Arkeologların ortak çalışarak Sfenks’in etrafında ve altında herhangi bir araştırma yapılmasına mani olduklarını ve olası bir şekilde bu girişlerin başkalarınca keşfini bloke etmek için karşı önlem aldıklarını yazmışlardır

Sfenks’in altına giden bu geçiş yollarına liderlik eden girişleri gösteren birkaç resimden biri aşağıda mevcuttur.



Aşağıda yer alan tabloda da, araştırmalar sonucu ortaya çıkan ve Sfenks’in içinde ve altında olduğu düşünülen geçitler ve odalara dair şema göze çarpmaktadır.




Sfenks’in elimize geçen nadir ve eski resimleri şunu da gösteriyor ki, aslında keşfedilen sayısız anormal durum daha sonraları yapılan restorasyonlar sırasında kapatılıp gizlenmiştir. 

Bunların dışında ise Mısır’da yapılan fakat halka açıklanmayan pek çok araştırma olmuştur ve olmaya devam etmektedir. Mısır Hükümeti tarafından da yürütülen bazı kazı çalışmaları “ulusal güvenlik“ bahanesiyle gizli tutulmuştur. Bu örneklerden en iyilerinden biri de 2008 yılında Mısırlı ve Belçikalı araştırmacıların beraber yürüttüğü ve yerin altında keşfettikleri anlaşılmaz labirentlerdir. Yer altında bulunan tapınağın 3000 den fazla odasının bulunduğu ve içinin harikulade hiyerogliflerle ve resimlerle dolu olduğu iddia edilmektedir. Bu yer altı kompleksi Kahire’den 100 km dışarıda Hawara şehrinde bulunmaktadır ve Amenemhat III için yapılan piramide pek de uzak değildir.

Tekrar ana konumuz olan Büyük Sfenks’e dönecek olursak , gizemli yer altı kanalları ve odalarının dışında bir diğer gizemli yanı da bu dev yapının ne zaman yapılmış olduğudur. Bu konuyla ilgili günümüzde en kayda değer bilimsel araştırma Boston Üniversitesi’nden Jeolog ve Jeofizikçi Prof. Dr. Robert M. Schoch tarafından yapılmıştır. Klasik görüşteki Mısır Bilimcilerine göre Sfenks’in yapımı tek parça kireç taşından M.Ö. 2500 yılında Eski Krallık Firavunları’dan Khafre’nin emri ile yaptırılmıştır.




Robert Schoch Mısır’a olan ilk ziyaretini 1990 yılında Jeolojik açıdan Büyük Sfenks’i incelemek amacıyla yapmıştır. Kendisi de ziyaret anına kadar Mısır Bilimcilerin Sfenks’in yaşını tayin etmesi ile ilgili bilgilerin doğru olduğunu düşünüyordu ancak jeolojik kanıtları incelemeye başlayınca bu fikri tamamen değişti.

Schoch, Sfenks’in gövdesi ve Sfenks çeperinde(çukur yada tek bloktan oyulmuş Sfenks gövdesinden geriye kalan diğer parçalar, oyuklar) ancak ve ancak çok fazla yağmur suyu düşmesi yada su akışı ile oluşabilecek yüksek seviyede erozyonal etkiler saptadı.

İlginç olan şu ki Sfenks, Sahara çölünün kenarında konuşlanmıştır ve bu bölge son 5000 yıldır çok kuraktır. Bunun da ötesinde güvenli bir şekilde tarihlendirilebilen ve Eski Krallık döneminden kalma çeşitli yapılarda oluşan erozyonun sadece rüzgar ve kum etkisi ile oluştuğu saptanmıştır. Özetlenecek olursa; Robert Schoch şöyle bir sonuca varmıştır: Sfenks’in en eski bölümleri aslında çekirdek gövde olarak isimlendirilebilir ve bu durumda Sfenks’i çok daha erken bir periyoda tarihlemek gerekir. (en azından M.Ö. 5000 ve Schoch’un araştırmaları bunu son buzul çağının bitimi olarak gösterir.) ve bu tarihlenen zamandaki iklim şu andakine göre çok daha farklıydı ve çok daha fazla yağmur içeriyordu.





Pek çok insan Büyük Sfenks’in o kadar eski olamayacağını savunmuştur çünkü Sfenks’in başı Krallık Dönemini andırmakta ve bu dönemin M.Ö. 3000 den önce başlamadığı düşünülmektedir. Ama aslında Sfenks’e dikkatlice bakıldığında başının gövdesine kıyasla çok daha küçük olduğu görülecektir. Robert Schoch için şu çok nettir ki; şu an bulunan Sfenks başı aslında orijinal baş değildir. Orijinal baş muhtemelen şiddetli bir biçimde yıpranmış ve erozyona maruz kalmıştır. Krallık zamanında başı tekrar oyularak şekillendirilmiş ve bu da ölçülerinin küçülmesine neden olmuştur. Aslında Sfenks şu an gördüğümüz gibi yarı hayvan yarı insan silüetinden ziyade belki de sadece “erkek bir aslan” şeklinde yapılmıştı.




Sfenks’in daha yaşlı olduğunu ispatlamak için Robert Schoch tarafından sismik çalışmalar sayesinde yapının etrafında alt kısmın yüzey derinliği bölgesindeki aşınma miktarı ölçüldü. Schoch’un anlatımına göre aslında bu testler çelik bir plakaya bir balyozla vurulup çıkan ses dalgalarının Sfenks’i oluşturan taş blok üzerine nüfuz edip ardından plakaya geri yansıması mantığıyla yapıldı. Bu test aslında Sfenks’i oluşturan ana malzemenin alt yüzey bölgelerindeki kaliteyi de vermiş oldu. Bu analizler sonucunda alt yüzey derinliğindeki alışılmışın dışındaki aşınma, Sfenks’in aslında M.Ö. 5000’den bile önce yapılmış olabileceği ihtimalini gözler önüne koymuş oldu.

Bu sismik çalışmalar sırasında Sfenks’in ön sol pençe bölgesinin altında yer alan oyuk ve odaların varlığı da açıkça görülmüş oldu. Tabi Robert Schoch’a göre bu çalışmanın en değerli kısmı ise bazı araştırmacıların ileri sürdüğü Antik Dönemden kalma papirüs rulolar belki de bu odada saklı olma ihtimaliydi. Buna ek olarak Sfenks’in altında ve etrafında daha küçük oyuklar da bulundu ve belki de bunlar gövdeye kadar uzanan bir tünelin göstergesiydi.

Schoch 1990’ların başlarında Sfenks’in aslında sanılandan çok daha eski olabileceğini ileri sürdüğünde Mısır Bilimcilerden gelen ilk soru; “ Sfenks madem bu kadar eskiyse peki bu çok daha erken dönem medeniyetinin kanıtları nerede? şeklinde olmuştu. Klasik Mısır Bilimciler şunda çok emindiler ki, gelişmiş kültür medeniyetinin izleri ancak ve ancak M.Ö. 3000 yada 4000 lerde görülmüştür. Daha erken dönemde olamaz. Ancak günümüzde şu çok net görülüyor ki Türkiye’de bulunan Göbeklitepe’nin keşfiyle aslında medeniyetin çok daha eski dönemlerde başladığı ispatlanmış oldu.

Aslında en büyük gizem şudur: M.Ö. 10,000 lerde parıldamaya başlayan bu medeniyet nasıl oldu da birden ortadan kayboldu ve sonra tekrar M.Ö. 4000-3000 lerde ortaya çıkıverdi? 

Büyük Sfenks Bir Hendekle mi Kuşatılmıştı?

Prof. Robert Temple’a göre hendek teorisi aslında Sfenks’in uğradığı su aşınmasını ve bunun çok erken bir dönemde günümüze kıyasla çok daha fazla yağmurun olduğu dönemleri bir nebze de olsa açıklamaktadır. Bu teorisinin dışında Robert Temple’in ilk inşa edilen Sfenks’in başının aslında Anubis yani “Çakal Yüzlü” olduğu konusunda da teorisi vardır ancak bunun inandırıcılık kısmı çok çok zayıftır.



Robert Schoch’a göre net olan şey; Sfenks üzerinde tekrar çalışılmış ve baş kısmı tekrar formlandırılmıştır.

Şimdi de Robert Schoch’un 2009 yılında Mısır’da iken yaptığı araştırmalarda aldığı önemli notları ve Robert Temple’a karşı geliştirdiği güçlü anti tezleri inceleyelim:

1)Sfenks Tapınağı(Sfenks şekillendirilirken kullanılan bloktan atılan malzeme ile yapıldı) ve güneydeki Vadi Tapınağı çekirdek bloklarında ağır miktarda yağış kaynaklı aşınma göstermektedir. Kireç taşından yapılmış bu tapınakların dış yüzeyleri Eski Krallık zamanında Aswan Taş Ocağından getirilen granitlerle yenilenmiştir. Aslında bu hendek teorisi de Eski Krallık döneminde granit kaplı bölgelerde çok eski dönemde yaşanmış bu aşınmanın nedenini de tam olarak açıklayamamaktadır.

2)Sfenks’in batı ucundaki dış katmanındaki yüzey erozyonu çok yüksek seviyededir ve doğu ucuna doğru dramatik olarak dış katmanda incelme görülmektedir. Bu durum antik dönem yağmurları ve alanın paleohidrolojik(suya karşı bölgenin gösterdiği tepki) özellikleri yüzündendir. Bu erozyon, su toplanmasına maruz kalmış ve hendekle kuşatılmış bir alanın göstereceği bir durum değildir.

3)Orta bölüm katmanlarının en yüksek seviyeleri Sfenks dış çevresinin batı ucunda görülür ve buralar yağmur etkisi nedeniyle beklendiği üzere son derece şiddetli bir erozyona maruz kalmıştır. Eğer hendek teorisi doğru olsaydı o halde Sfenksin doğu ucundaki daha düşük katman en ağır şekilde erozyona maruz kalmış bölge olmalıydı. ( Nil Nehrinden kanallar vasıtasıyla gelen suyun etkisi sonucu) ama bunun tam tersi bir durum görülmektedir.

4)Sfenks’in tabanında aşağıda aşınma derinliğini ölçen sismik veri analizi Sfenks’in çekirdek gövdesine dair minimum 7000 yıllık bir yaş göstermektedir. 

5)Sfenks çeperinin duvarlarında gözlenen dikey çatlaklar yağışların ve su akışının ortaya çıkardığı form değişikliğinin teşhise açık işaretlerini göstermektedir. Bunlar, Robert Temple’in ileri sürdüğü gibi yapay şekilde oluşturulmuş yüzey kazıma karakteri gösteren formlar değildir.

6)Sfenks’in bir havuz içinde olduğu argümanını varsaydık diyelim, ya Sfenks etrafını saran su seviyesi tamamıyla aynıydı yada hendek duvarları ve havuzun tabanı tamamen su sızdırmaz şekilde kapalıydı. Bu durumda Sfenks’in tüm çeperinde eşit seviyede su erozyonu görülmesi gerekirdi ama çıplak gözle yerinde yapılan araştırmalarda aslında Sfenks’in batı ucundaki erozyon yüksekliğinin doğu ucuna göre daha yüksek olduğu görüldü. Bu durum da aslında aşınmanın yapay yollarla yaratılmış bir hendekte oluşan su birikintisi etkisiyle değil de doğal yollarla suyun kendi kendine yaratmış bir etki olduğu açıkça görülmektedir.

Kısaca Prof. Dr. Robert Schoch’a göre hendek teorisi o bölgede suyu tutamaz ve asla bir havuz oluşturamaz.

Öyle görünüyor ki; yakın gelecekte, günden güne gelişim gösteren bilimsel araçların da yardımıyla çok daha yeni tarihi keşifler ortaya çıkarılacak ve bunların akabinde de geçmişi doğru yansıttığını sandığımız tüm antik dönem tarih kitapları da yeniden yazılmak zorunda kalınacak. 


















































19 Kasım 2016 Cumartesi

Adem'in Ayak İzleri (Footprints of Adam)


İnsanlık tarihi boyunca en büyük gizemlerden birisi her zaman insanoğlunun dünyada nasıl yaşam bulduğu, geliştiği ve dil konusunda ilk adımları nasıl attığıdır. Bu konu, gerek mitolojilerde, antik kayıtlarda, kutsal kitaplarda ve gerekse de bilim çevreleri tarafından her zaman araştırılmış ve gizemini korumuştur. 

Bu noktada farklı kaynaklara baktığımızda karşımıza hep, insanoğlunun özünü oluşturan ortak bir isim çıkmaktadır. O da ÂDEM dir.


Şimdi bu ismin izini kronolojik olarak dünya üzerinde sürmeye başlayalım.  (Bu örnekleri diğer kültürlerle de çoğaltabiliriz. )


Adonis, Yunan mitolojisine göre Afrodit'in âşık olduğu ölümlüdür. Judaizmde ise Adonai, Tanrının isimlerinden biri olarak Kabul görmüştür. Aslında tekil olan Adon’un çoğul çekimlenmiş halidir ve İngilizce anlamı “My Lords” şeklindedir. 


  • Âdem/Atom Kelimesinin Yapısı:

ÂDEM --> ATOM kelimesini biraz daha derinden incelersek;  bu kelimenin başındaki“–A “ eki bu kelimeye bir tekillik, yapılamamazlık, bölünememezlik katar.(ünsüzlerin başına –“a” ve ya –an gelme durumu)  Buna örnek olarak;

DEİST-->ATEİST 
GNOSTİK-->AGNOSTİK kelimeleri verilebilir. 

Buradan da bilimsel açıdan baktığımızda aToM kelimesi için  “teklik “ anlamı çıkarılabilir ve tek olan parçalanamaz. Demek ki TOM yani –A ön eki çıkarılmış olan kısım parçalanabilirdir. Buradan hareketle TOM kökünün türevleri olarak da TWO(iki) , TWAIN(iki kişi) , TWIN(ikiz) , THUMB(başparmak), TOMB(lahit-mezar) ,  gibi kelimeleri gösterebiliriz. Ayrıca Hristiyanlıkta’ki  St. Thomas Günü’nü bile kelime kökeni olarak -TOM köküne bağlayanlar vardır.

Ayrıca unutmamalıyız ki; etimolojide sessiz harfleri tersten başa doğru çevirerek de kelimeler türetmek mümkündür. Bu bakımdan -TOM köküne ters dizilişte baktığımızda; MOT, MOTTA, MOTOR, MOTHER(anne), MATTER(madde) gibi kelimelerin de bu kökten türediğini söylemek yanlış olmaz.

Bu arada eTiMoloji kelimesinin kökenine baktığımızda da yine benzer ünsüz harfler karşımıza çıkmaktadır ve anlam olarak “ doğru / gerçek olan” demektir. Eski Yunancadaki karşılığı Etymos’tur.


  • Kutsal Kitaplarda Âdem/Atom İlişkisi:

Kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim’e baktığımız zaman  ilk insanın ismi ÂDEM olarak geçmektedir ve bu isimlendirmenin ilk geçtiği yer ise Bakara Suresi 22. Ayettir:

“Ve Âdem'e isimlerin hepsini öğretti, sonra onları meleklere gösterip: "Haydi davanızda sadıksanız bana şunları isimleriyle haber verin." dedi.”

Kitab-ı Mukaddes’e baktığımızda da ÂDEM isminin ilk geçtiği yer Yaradılış Bölümü 2:7  dir:
“RAB Tanrı Âdem’i topraktan yarattı ve burnuna yaşam soluğunu üfledi. Böylece Âdem yaşayan varlık oldu.”

Âdem yani İbranicede Adam kelimesi insan anlamına gelmektedir. Dam ise kan anlamında ve kelime Adamah olduğunda da anlamı toprak olmaktadır. Bir diğer Orta Doğu Dili olan Arapçada da anlamları aynıdır diyebiliriz.

Bunun dışında yine Eski Ahitte anlatıldığı üzere Âdem ile Havva’nın yasak elma konusunda şeytana uyarak cennetten çıkarılıp kovuldukları bahçenin adı da aDeN’dir.  Rivayete göre o bahçe aDeN Körfezinin olduğu yerleşimdir.  Yine etimolojik bağlantılarda  unutulmaması gereken bir şey vardır ki, o da;  M-->N ve D-->T dönüşümleridir.




  • Eski Medeniyetlerde Âdem/Atom İlişkisi:

Türk ve Altay mitolojisine Tamız (Tamus, Tammus, Tamıs, Dumuz, Dumıs) Han olarak geçmiştir. Sümer kökenlidir. Türk coğrafyasının büyük kısmında adı yaz aylarından birisine verilir; Temmuz, Tamız, Tamıs gibi… Çoğu zaman Ahır hayvanlarının ve/veya Çobanların ya da kırsal hayatın, ekinlerin ve hasadın koruyucusu olarak görülür. 

Damızlık sözcüğü, Damız (ahır) sözcüğüyle olduğu kadar bu isimle de bağlantılıdır ve Tamız Han için ayrılan hayvan demektir. Sümer mitolojisinde çoban görünümlü olarak betimlenir. Sümerce adı Dumuzi, 12 Hayvanlı takvimde de yer alan Domuz ile bağlantılı görünmektedir. Ünü tüm Ortadoğu’ya   yayılmıştır.

Temmuz ayı ismini bu tanrıdan almıştır. Babil'de Temmuz ayı tanrı Tammuz'un onuruna kurulmuştur. Tammuz'un kökeni Sümer çoban-tanrı, Dumuzid veya Dumuzi'dir. Dumuzi İnanna'nın eşiyken, Akadlar'da İnanna'nın dengi olan İştar'ın eşidir. Antik Suriye inancındaki Adonis, ki daha sonraları Yunan panteonuna da girmiştir, buradan kök almıştır ve yine Yunandaki Didymus’un kökeni de buradan gelmektedir. Ek bilgi olarak da şu söylenebilir: Tammuz’un, başında hac şeklinde bir bant taşıyan bir tanrı olduğu geçer kayıtlarda ve bu sembolün oradan zamanla diğer kültürlere ve hatta Hristiyanlığa da sirayet ettiği söylenir.

Söylemeliyim ki kelimenin içinde bulunan OM kökünün Hint inanışındaki karşılığı da gayet önemlidir. OM, Hinduizm ve çoğu Hindistan'a özgü inanç sistemlerinde dinsel ya da mistik etkisi olduğuna inanılan sözcüklerin (mantra) en kutsalı sayılan hece. Sanskrit dilinde birlikte o sesini veren a ve u ünlüleriyle m sesinden oluşur. Bu üç ses yeryüzü, gökyüzü ve gök katlarından oluşan üç dünyayı; Brahma, Vişnu ve Şiva'dan oluşan üç büyük Hindu tanrısını; Rig, Yacur ve Sama adlı üç kutsal veda metnini simgeler. 

Böylece Om hecesi gizemli biçimde bütün evrenin özünü temsil eder. Hindu ayinlerinde dua, ilahi ve meditasyonların başında ve sonunda söylenir. Belli bir kurala bağlı olmaksızın Budacı ve Caynacı ayinlerinde de kullanılır. OM hecesinin yazılı biçimi, 6. yy.dan sonraki yazma ve yazıt metinlerinin başını belirtmek için kullanılmıştır.

OM kökü zaman zaman ON şeklinde de görülebilir. Yine buna örnek olarak eski Mısır’daki Güneş Şehri ON verilebilir. Bu şehir Eski Yunan’da Heliapolis olarak geçer. Örneğin İngilizce’deki Turn the light on (ışığı aç) cümlesindeki ON ekinin de eski Mısır kökenli olduğu söylenir.

Eski Mısır’a tekrar dönersek, o dönemde AMUN (saklı olan) – RA (tanrının başı) – PTAH (tanrının gövdesi)   üçlülüğü karşımıza çıkar.

Buradaki AMUN aslında ATUM’un diğer versiyonudur ve AMON, AMEN, ÂMİN şeklinde diğer inanışlara geçmiştir. (Kuran-ı Kerim’de Âmin kelimesi geçmez)   Ptah ise eski Yunanda Jupiter olarak karşılık bulur.

Bu kelimeden türeyen kelimelere ise aşağıdaki örnekleri verebiliriz:




  • Ezoterizm’de Âdem/Atom İlişkisi:

ATOM kelimesinin Hristiyanlıktaki ezoterik anlamına baktığımızda da; Yeni Ahit’in Vahiy bölümünde Hz İsa; “Var olan, var olmuş ve gelecek olan, Her Şeye Gücü Yeten Rab Tanrı, “Alfa ve Omega Ben’im” diyor.

ATOM kelimesinde bunu aradığımızda da direk karşımıza Alfa +(haç)  OMega şeklinde çıkıyor ve sembolizma boyutuna indiğimizde de;

“A” -->hava
“-“-->ateş /   “I” -->toprak 
O-->oksijen
M-->su  

Şeklinde bir alşimist yaklaşım görmek mümkündür. Yani bu 4 element, evrenin temel yapı taşlarıdır. Bu konuya yine ezoterizm bağlamında bu sefer işin içine bilimi de ekleyerek bakarsak; yukarıda da bahsettiğimiz gibi  kelime kökündeki “A”  bu kelimeye bir TEKİLLİK, BÖLÜNEMEMEZLİK katmaktadır. Yani bir nevi manyetik saf beyaz renk şeklinde sembolize edelim, bir nevi arka plan rengi.  -A baş ekini çıkardığımızda karşımıza bir ikililik, bir bölünebilirlik, bir dualite çıkmaktadır. Bu dualiteyi de KIRMIZI ve MAVİ renklerle sembolize edelim. 

KIRMIZI--> temel elementlerden ateşi, manyetik alanı, maskulenliği ve pozitifliği  
MAVİ--> temel elementlerden suyu, elektriksel kuvveti, feminenliği ve negatifliği sembolize eder.

İşin diğer boyutu da; evrende bu dualite zaman zaman yer değiştirir. Yani kırmızı maviye dönüşür, mavi de kırmızıya. Sürekli aralarında bir çekişme, kavga vardır. Aslında bu çekişmeyi gerek mitolojilerde gerekse de kutsal kitaplarda da görmek mümkündür. (Habil&Kabil, Yakub&Ays, Horus&Seth, Thor&Luki, Enki&Enlil, …)

Bu dualiteyi gerek çok ünlü markaların logolarında gerekse de pek çok ülkenin bayrağında renk olarak görmek de mümkündür.

Ayrıca İngilizce W-IS-DOM (erdem) kelimesinin de ISIS (Eski Mısır Tanrıçası) ve DOMUS (Babil Tanrısı) kelimelerindeki köklerden türediği net görülmektedir.

Amerikan dolarının işareti bildiğiniz gibi “S” harfi üstünde yan yana iki çizgidir ve sembolizma olarak ISIS’i işaret ettiği söylenir. DOLLAR kelimesindeki DOLL kelimesinin İngilizce karşılığı da zaten “güzel kız” şeklindedir. Yani günümüzde kullanılan ve hayata sonradan geçmiş kelimelerin de kökenleri hep geçmişe bağlanılmak istenmektedir.


  • Günümüz Biliminde Âdem/Atom İlişkisi:

Şimdi bu etimolojik bilgilendirmeden sonra işin bir de bilimsel boyutuna gelelim. Bildiğimiz üzere evrendeki canlı-cansız  tüm varlıklar aToM lardan oluşmaktadır ve parçalanamayan en küçük yapı taşı aToM olarak görülmektedir. İngilizcedeki anATOMy kelimesinin kökeni de yine aToM’dan gelmektedir. Çünkü vücudumuzun yapı taşları da yine aToM lardan oluşmaktadır.

Yukarıda verdiğimiz örneklere baktığımız zaman aslında gerçekten maddenin, evrenin yapı taşı olan bir maddenin, hayata gelmiş olan ilk insana da isim olarak geçmesi hiç de şaşırtıcı olmamalıdır.

Eski Mısır, diğer eski medeniyet ve inanışlardaki üçlülük ya da trinite anlayışını modern bilimde maddenin en küçük yapı taşında da görebilmekteyiz. Bunlar; Nötron, pROtoN ve ELektron olarak sıralanabilir. Yani burada da Nötronu bir beyaz arka plan, Protonu maskulen ve Kırmızı, Elektronu da feminen ve negative olarak görebiliriz. Ezoterik manada baktığımız dualite bilimde de karşımıza aslında bu şekilde çıkar.



Bu dualite evrende de kendisini elektro-manyetik kuvvet olarak gösterir. Yani gördüğümüz her şey aslında Elektrik sinyallerinden ibarettir ve titreşim(VIBRASYON) gösterir. 

Dualite Örnekleri:
Elektrik & Manyetik(Vibrasyon)
El&Ra  (ISRAEL)
Left(sol) &Right (sağ)



Şunu bir kez daha hatırlatalım ki; evrendeki dualite, evrenin ilk yaradılış anından beri vardır. Bu harika dualite gerek inanç sistemlerimizde, paganizmde, ezoterizmde ve gerekse de günümüz modern insanının yaptığı keşiflerle bilimde karşımıza çıkmakta ve özünde hep tek bir kelimeye geri dönmektedir. O da ilk yaratılan insan olan ve Allah’ın kendi ruhundan üflediği ÂDEM’dir.


9 Kasım 2016 Çarşamba

ARŞ'ın Derinliklerine Yolculuk

İnsanoğlu dünyaya indirildikten sonra ilk dönemlerde birbirleri arasında iletişimi sağlamak için öncelikle seslere ve sonrasında bu ses dilini yer yüzünde kalıcı hale getirebilmek, gördüklerini tasvir edebilmek, ayrıca gelecek nesillere izler bırakabilmek için zaman içinde sembollere, sembollerden harflere, harflerden kelimelere ve son olarak da günlük yaşantımızda da kullandığımız yazılı cümlelere başvurmuştur. 

Aslına bakarsanız günümüzde kullandığımız ve bize geçmişteki atalarımızdan miras kalan bu yazılı metinler vasıtasıyla geçmişle bir nebze de olsa irtibat kurmak ve bazı izlerin peşinden gitmek mümkündür. Bunun da en iyi yolu etimolojik anlamda kelimeleri analiz etmek ve bunu yanında tarihsel süreçlerini de etüt etmektir.

Kelimelere farklı bir gözle, bir kodu çözer gibi bakmayı öğrenmeye başladığımız zaman, bazen  öyle bir tanesiyle karşılaşabiliriz ki; o kelimenin tarihsel sahnede gördüğü işlevi birer birer incelediğimizde bizi gerçekten çok şaşırtabilir.

Son dönemde benim de dikkatimi çeken ve kafama takılan bir kelime kökü ve zaman zaman da kelime olarak kullanılan “Arş, Arch, Ark-Arc” üzerine gelin hep beraber tarihsel bir yolculuk yapalım:

ARCH KELİME KÖKÜNE GENEL BİR BAKIŞ 

Antik Yunan’da ve Ortodokslukta Archonlar:

İskender kütüphanesi yakıldıktan sonra, içinde Archon’ların geçtiği bazı gizli yazmalardan ve içlerinde yazılı gizemli varlıklardan söz edilmiştir. Ama tabii ki bazı güçler bu kayıtların silinmesini istemiştir şeklinde iddialar da mevcuttur.

Archon kelimesi Yunanca’da, halka açık olan ofis yöneticisi anlamında kullanılmıştır. Aslında bu kelime, maskulen yapıda bir fiil kökü olan Arh’tan (αρχ-) gelmektedir. Monarch ve Hierarchy gibi kelimeler de buradan türemiştir.  Antik Yunan’ın erken literatüründe Archon kelimesi, Yunan şehirlerini yöneten kişiler için kullanılan bir ünvan olmuştur.  Bunun dışında Archon ünvanı, İstanbul Patrikliğine bağlı ve onlarla görüş birliği içinde olan Ortodoks Kilisesi üyelerini onurlandırmak için verilen bir ünvan olarak günümüzde de kullanılmaktadır.

Tabi bu noktada Patrik kelimesine dikkat çekmek gerekir: 

İngilizcesi Patriarch şeklindedir. Patri+arch patri--> pater--> father yani baba anlamındadır.

Yani kısaca Patrik ünvanını taşıyan kişi Baş Archondur.

Yine Hristiyanlık inancında kullanılan ve archangels olarak isimlendirilen baş melekler vardır. Semavi dinlerde bildiğimiz 4 büyük meleği temsil eder. (Cebrail a.s., Mikail a.s., İsrafil a.s., Azrail a.s. ) 

Antik Yunan’da ve ardından da Hristiyanlıkta yönetici sınıfını ünvanlaştırmak için kullanılan bu kelimenin bir başka anlamı daha vardır:

Archai kelimesi; orijin, başlangıç olan şeyler, zamanda önce olan anlamlarına gelmektedir. Klasik Akdeniz dünyasında ortak olan Archon kelimesi, bir bölge yada dinin otoritesi şeklinde kullanılmıştır ve Gnostik metinlerde bunun çoğul şekli “the Authorities” yani “otoriteler” şeklindedir diyebiliriz. Bu arada Koptik yani eski Mısır dilinde Archon diye bir kelimeye rastlanmamaktadır.

Arch Köklü Diğer Kelime Örnekleri:

Yine orijin yani başlangıç kelime anlamlarını destekler nitelikte günümüzde kullanılan Archeology (Arkeoloji) kelimesi.

arche+ology , arch ın başlangıç olduğunu biliyoruz. –ology ise -logia dan gelir. Sözlü anlatım, söylem, teori, tez, bilim gibi anlamlara gelir. O halde Arkeoloji kelimesi için à “Başlangıç Bilimi” anlamı verebiliriz.

Archive(Arşiv) kelimesi de aynı şekilde 16.yy Fransızca’sında Archif , geç Latin Dönemde Archivum , ve daha erken dönemde Yunanca’daki arkheia kelimesinden gelmektedir. “Halka açık kayıtlar” anlamında kullanılmıştır. Arşivlemenin amacı bir şeyleri mümkün olduğunca geriden alarak kaydetmek olduğu için burada da yine başlangıç ve orijin anlamlarına ithaf vardır.

Aynı bağlamda Hierarchy(hiyerarşi) sözcüğünü de ele alalım. Bu kelimenin etimolojisi çok ilginçtir. Yunanca kullanımı “hierarkhia” şeklinde olmuştur. Yani “yüksek rütbeli rahiplerin kuralları” anlamını taşır. Hier à Hiera , oradan da –ire --> -ira olarak geri gider. Bu kelime Latince’de öfke, gazap anlamındadır. Archy yine arkhein-->archon dan gelmektedir. Günümüzde, Türkçe‘ye hiyerarşi olarak geçmiş bu kelime sanki Archon’ların öfkesi, gazabı ve akabinde ortaya çıkmış emir komuta zincirinden türetilmiş bir terim gibi durmaktadır.

Archetype kelimesi de dilimize “arketip” olarak geçmiştir ve bu kelime Psikolojide ilk defa Carl Gustav Jung (1875-1961) tarafından kullanılmıştır. Anlamını “ilk tip, ilk numune, ilk kalıp” gibi görebiliriz.

Bu tip örnek etimolojik açılımları, başka kelimeler için de genişletmek mümkündür. İngilizce kelimelerde içinde “arch” barındıranlara baktığımızda, aslında sayılarının hiç de az olmadığını ve bir kısmının da Türkçe’ye nüfuz ettiğini göreceğiz.


Gnostik Yaklaşımda Archonlar:

Gnostik olarak Archonları 3 kategoride incelemek mümkündür. 

1) Gnostik kozmolojide Archonlar güneş sisteminde bulunan ve yer yüzü yani dünya formasyonundan önce oluşmuş inorganik canlılardır. Onlar, gezegenler sisteminde iskan ederler.(yer yüzü, ay ve güneş dışında) kozmik tanrılardır ve yaratma güçlerine sahiptirler. 

2) Gnostik psikolojide, gizem okullarının noetik biliminde ise Archonlar , insan zihninde bilinç altına izinsizce giriş yapan ve insanların olağan ve düzenli akli davranışlarını saptıran işler yaparlar. Tabii ki normal insan davranışları içinde de dengeden çıkmak yada kötü işler yapmak vardır ama bir süre sonra o dengeyi tekrar yakalayarak rayına girer ancak bu varlıklar insanları tamamen şiddet eğilimli olmaya sürükleyen, insafsızca davranışların içine sokan varlıklardır. Bu nedenle Archonlara psiko ruhsal parazitler diyebiliriz ve kozmik anlamda bir şekilde bağımızın olduğu varlıklar demek de yanlış olmaz. Archonlar yer yüzü atmosferinden sızabilirler ve insanları terörize ederler ve bunu yapmaları için belirli bir neden olmasına da gerek yoktur. Archonların ontolojik durumu iki şekildedir. Her ikisi de insan oğlunun özgürlüğüne karşı var olan canlılardır. Zihniminizde var olarak sanki mental çevremizi idare eden programlar gibidirler. Aslında bizim mental yazılımımızda yarattıkları etki, fiziksel olarak kararsız bir biçimde biyosferde açtıkları gedikten daha geniştir.

3) Sosyolojik anlamda Gnostik bakışta ise, bu canlılar otorite sisteminin içine nüfüz etmişlerdir. Ayrıca inanç sistemleri ile insan oğlunun özünde olan iyi şeyleri değil de tam tersi doğayı yıkıcı şekilde hakeket etmesine neden olurlar. Mesela LIVE’ın tersten okunuşu EVIL’dır. 

Ayrıca yine Gnostik yaklaşımda bu canlıların iki tipi olduğundan bahsedilir. Bunlar; embriyonik ve sürüngenimsi tiplerdir. Aslında bu tasvirler direk olarak aklımıza Zetalar ile Replitianlar'ı getirmektedir.

Antik Yunan’da karşımıza çıkan Archonlar dediğimiz bu yönetici grubu ve Gnostik anlamda da spekülatif yorumlara göz attığımızda, zannımca bu kült Yunanlılara Orta Doğu inanışlarından ve mitolojilerinden geçmiştir. Tabi burada konuyu Sümerler ve Anunnakiler’e kadar dayandırmak mümkündür.

ARŞ ve ARK - ARC KELİMELERİNE BİR BAKIŞ 

Arş (Arapça: العرش ) Arapçada taht , göğün dokuzuncu tabakası anlamlarına gelmektedir .Tanrı'nın tahtı veya daha ayrıntılı anlatımlarda taht odası; İbrahimî dinlerde gök katlarının üzerinde, tek Tanrı'nın dünyayı idare ettiği yerdir. Yahudilikte Araboth, İslamda Arş olarak isimlendirilir. "Arş-ı Âlâ" Allah'ın tahtı anlamında özel isim olarak kullanılmaktadır.

Aramice ve Süryanicede taht şeklinde yatak anlamına gelip özellikle Baal tapınağında bulunan taht için kullanılıyordu. Akatçada "erşu" biçiminde söylenen sözcük, Mezopotamya'da açık havada yatmak için kullanılan taht şeklinde yatak anlamına geliyordu.Ayrıca Palmira'da bir tanrının adı Arş (Arşu, Arsu) olarak geçer.Mars kelimesi de Arş ile akraba bir sözcüktür. Arş sözcüğü yükselmek anlamındadır ve zıttı olan ard ise aşağıya inmek anlamına gelir.

Kitab-ı Mukaddes'teki ifadelerden ötürü özellikle Hristiyan kiliselerinin fresk ve mozaiklerinde, İsa çoğu kez bir taht üzerine otururken tasvir edilir. Tanrının tahtı olarak çevirebileceğimiz bu kelime "Arş-ı Âlâ" olarak kabul edilebilir. Tanrının tahtının görünür olduğu tasvirlerde çoğunlukla yanında İsa yanında Vaftizci Yahya ve Meryem bulunmakta ve insanların günahlarının affedilmesi adına af dilemekte iken tasvir edilirler. Literatüre Deisis olarak geçen bu sahne Ayasofya kilisesinde de bulunmaktadır.

Arşe kelimesi; tren, troleybüs, tramvay vb. elektrikle işleyen taşıtlarda telden elektrik akımı almaya yarayan, yukarıya doğru uzanmış demir yay ve ayrıca keman yayı anlamlarındadır.

Arşın sözcüğünün kökeninde de arş bulunmaktadır. Kelime anlamı: aklaşık olarak 68 santimetreye eşit olan uzunluk ölçüsü

Arşimet (Antik Yunanca: Ἀρχιμήδης (y. MÖ 287, Siracusa - y. MÖ 212 Siracusa), Yunan matematikçi, fizikçi, astronom, filozof ve mühendis. Antik dünyanın ilk ve en büyük bilim adamı olarak kabul edilir. Hidrostatiğin ve mekaniğin temelini atmıştır. Bir hamamda yıkanırken bulduğu iddia edilen suyun kaldırma kuvveti bilime en çok bilinen katkısıdır. Yani görüldüğü üzere burada da bir kaldırma ve yükselmeden bahsedebiliriz. İsminin, buluşuna atfen verilme olasılığı vardır.


Arş ve Kuran-ı Kerim:

İslam literatüründe, Taha-5 ve Araf-54 gibi ayetlerde "Rahman arş üzerine oturdu" şeklinde geçen ifadeler İslami yorumcular tarafından mecaz olarak değerlendirilir ve ayetlere antropomorfik(insan vasıflarının başka bir varlığa atfedilmesi) anlamlar yüklenmekten kaçınılır.

Araf Suresi 54. ayette, Tevbe Suresi 129. ayette, Yunus Suresi 3. ayette, Hud Suresi 7. ayette ve Rad Suresi 2. ayette, İsra Suresi 42. ayette, Ta Ha Suresi 5. ayette, Mu'minun Suresi 86. ve 116. ayette, Furkan Suresi 59. ayette, Neml Suresi 26. ayette, Secde Suresi 4. ayette, Zümer Suresi 75. ayette, Mü'min Suresi 7. ve 15. ayetlerde, Zuhruf Suresi 82. ayette, Hadid Suresi 4. ayette, Hakka Suresi 17. ve 32. ayetlerde, Tekvir Suresi 21. ayette ve Büruc Suresi 15. ayette arştan bahsedilir.

Bu ayetleri ve ayetler üzerinden yapılan tefsirleri okuyunca anlaşılıyor ki; arş dediğimiz yer cismaniyetin bittiği, bildiğimiz evrenin dışında bir yerdir. Mana alemidir diyebiliriz. Arz ise evrende maddenin olduğu her yere denilebilir.

Benim yorumuma göre; arz ve arş’ın ayrımı ve Cebrail a.s. ın “arş” aleminden “arz” alemine geçerek Peygamberimize vahiy etmesi Necm Suresi 8 ve 9ncu ayetlerde açıklanmıştır. 


NECM SURESİ:(Elmalılı Hamdi Yazır Meali)
1 - İnmekte olan yıldıza and olsun ki,
2 - Arkadaşınız (Muhammed) sapmadı, azmadı.
3 - O, hevâdan (arzularına göre) konuşmaz.
4 - O(nun konuşması kendisine ) vahyedilenden başkası değildir.
5 - Onu, müthiş kuvvetleri olan biri öğretti
6 - (Ki o) akıl ve görüşünde kuvvetli (bir melek)dir. Hemen (gerçek meleklik şekliyle) doğruldu.
7 - O, en yüksek ufukta idi.
8 - Sonra (Cebrail ona) yaklaştı ve (aşağıya doğru) sarktı.
9 - Onunla arasındaki mesafe, “iki yay” kadar, yahut daha az kaldı.
10 - (Allah), kuluna verdiği vahyi verdi.
...

Burada bahsedilen "iki yay arası mesafe" aslında birbirine sırt sırta vermiş ve teğet durumdaki iki yay gibi düşünülebilir. Yani mesafenin neredeyse sıfıra indiği nokta.(Çalar Saat Programında bu fikri kafamda oluşturduğu için Olgun Aydoğu’ya teşekkürler.) Çünkü Cebrail a.s. arş aleminden arz alemine geçerek Peygamberimize vahyetmektedir. Yani kısa buradaki  "iki yay"  anlatımı bir alemden diğerine geçişi sembolize ediyor diyebiliriz.



Ayrıca 9. ayette geçen yay kelimesinin Arapça karşılığı kavs, İngilizce karşılığı arc’tır ve bu kelime de etimolojik olarak geriye gidildiğinde yine “Arch, arcus” kökünden gelmektedir. Bu şekilde baktığımızda güç, başlangıç olma dışında kelimenin bir de “eğimli olma” anlamı karşımıza çıkar. Aslında bunun da özünde güneş ışınları vardır. 

Konuyu buradan Ark kelimesine getirebiliriz. Güneş ışınları insanoğlu için her zaman hem bir güç kaynağı olmuştur ve hem de tüm gün boyunca dünya ve güneşin hareketlerinden dolayı Güneş sanki bir yay çiziyormuş gibi görünür. Bu bağlamda ARK yada ARC kelimeleri hem bir gücü hem de insanların gün içinde gözlemlediği geometrik bir şekli ifade etmektedir.



Bunun dışında Hz. Muhammet Peygamber Efendimizin Miraç yolculuğu, yine Kuran-ı Kerimde geçen Mearic suresinde de aynı şekilde arş kelimesi ile aynı kökten gelme ve yükselmek anlamındadır.

Ark of the Covenant (Ahit Sandığı):

İbranice'de ( ארון הברית, aron haberit) Tevrat'ta detaylı olarak tarif edilen, On Emir Tabletlerinin saklanması için yapılmış sandık. Zamanında Kudüs'teki Süleyman Mabedi içerisinde saklandığına ve içinde On Emir Tabletleri ile çeşitli dini objelerin bulunduğuna inanılır.

Tanrı Yehova'nın tarifi ile, Musa peygamber tarafından akasya ağacından yapıldığına inanılmaktadır. Eski Ahit, Tanrı'nın kendisine yapılan portatif tapınağa yerleştirilen sandık üzerinde tecelli ettiğine sıkça değinmektedir. Ehil olmayan biri tarafından sandığa dokunulduğunda helak olduğu rivayet edilmekle birlikte Hz. Davut, Kudüs'ü İsrail Krallığı'nın başkenti yaptığında, sandığı Kudüs'e getirtmiştir. Sandığın şu anda nerede olduğu bilinmese de varlığına inananlar çoktur ve sandığın kayboluşuna dair birçok fikir ortaya atılmıştır. Bugün sandığın nerede olduğuna dair de pek çok iddia vardır ve çeşitli kimseler halâ sandığı aramaktadırlar. Son olarak yapılan iddia sandığın Musa peygamberin denizden geçerken orada bırakıldığıdır. Bir başka düşünceye göre de Hz. İsa çarmıha gerildiğinde akan kanı havarilerinden biri bir tasa koyar ve daha sonra o tası da Ahit Sandığı'na koyarak gizli bir yere gömer. Kur'an-ı Kerim'de Bakara 248 inci ayeti kerime de bu sandıktan "tabut" diye bahseder ve tabutun içinde ise "sekine" ve Musa ile Harun hanedanlığından kalıntılar olduğuna işaret eder.



İngilizcesi de başlıkta belirttiğimiz gibi “Ark of the covenant” şeklindedir. Burada Ark kelimesinin kullanılmasının nedeni zannımca; Yahudi tarihine göre sandığın belirli güçler içermesinden kaynaklanmaktadır.(levitasyon, dokunanları çarpması/öldürmesi…)


Noah’s Ark (Nuh’un Gemisi):

Nuhun Gemisi; Kuran-ı Kerim’de Nuh Suresinde de belirtildiği üzere, Hz. Nuh’un kendi kavminin yoldan çıkıp başka varlıkları ilahlaştırması ve Peygamberin onları defalarca uyarmasına rağmen doğru yola girmemeleri sonucu, Allah tarafından Nuh Peygambere yapılması emredilen ve ardından da Nuh Tufanı denilen o büyük olayla yer yüzünde yaşayan canlı bırakılmaması ve Hz Nuh’un da bu gemi sayesinde ona inananları ve beraberinde hayvanlardan da birer çift alarak yeni bir başlangıç yapmasını sağlayan araçtır diyebiliriz. Tabii ki klasik anlatımda bu bir tahtadan gemi olarak düşünülmekte ve tasvir edilmektedir. Ancak dünyada yaşayan tüm hayvanlardan birer çift toplanıp bir gemide depolanması konusu kafaları karıştırmaktadır. Çünkü o dönemde ne yer yüzündeki hayvanlardan birer çift o gemiye kadar ulaşabilir ne de gemi normal ölçülerinde bu hayvanların hepsini alabilir diye düşünmeden edemiyoruz. İşte bu noktada bu geminin klasik, tahtadan yapılma bir gemi değil de, çok daha teknolojik bir yapı olduğu ve belki de alınan hayvan çiftlerinin sadece gen örneklerinden toplanıp gemide saklanmış olabileceği akla geliyor.

Türkçe’de gemi kelimesiyle adlandırılmış olsa bile bu taşıt İngilizce’de ark olarak geçiyor ve büyük ihtimalle Orta Doğu yada Yunan dillerinden geçmiştir diye düşünebiliriz. Klasik anlatıma göre tahtadan yapılmış bir gemi düşünelim. Suda iyi yol alabilmesi için tabanı düz değil de yay şeklinde imal edilecektir Bu bakımdan ark kelimesinin anlamı akla mantıklı geliyor ve bize bir gemiyi çağrıştırıyor.



Olgun Bey’le ark kelimesi üzerine konuştuğumuzda güzel bir fikir ortaya atmıştı. Bu ark’ın aslında “ırk” yada “arka” olarak da düşünülebileceğini söylemişti. Aslında bu yorum da akla çok  mantıklı geliyor. Sonuçta Hz Nuh “kendi ırkını, kendi soyunu saklamış ve bir nevi geçmişi geleceğe taşımıştı.” 

Tabii ki bir diğer bakış açısına göre, eğer bu teknolojik ve güçlü, motorlu bir gemi ise, bu noktada da Ark kelimesinin kullanılması yine akla mantıklı geliyor. Bu arada Türkçe’de de “erk” kelimesinin bir işi yapabilme gücü , iktidar anlamına geldiğini belirtmeden de geçmeyelim.

Ark Köklü Diğer Kelime Örnekleri:

Ark kelimesi Farsça’da kale anlamına gelir. Bilindiği üzere kaleler korunaklı yerlerdir. O amaçla yapılır. Yani Farsça kökenden giderek de bu kelimeyi, Nuh’un ırkını korumak amaçlı yaptığı bir yer manasıyla birleştirmek yanlış olmaz. İran’da da günümüzde Ark-ı Tebriz (Tebriz Kalesi) mevcuttur.

Arkeopteriks kelimesi; hem kuş hem sürüngen özellikleri gösteren bir hayvan fosili anlamındadır. Burada kalıntı çok eski ve geçmişten kalma olduğundan ark kökü ile bağlanmış olma olasılığı mevcuttur.

Arkoz; birleşiminde feldspat bulunan, kum taşı türünden bir tortul kayaç: "Değirmen taşları sert arkozdan yapılır.

Arkaç; ağıl veya dağ sırtlarında davarların yatırıldığı düz, rüzgâr almayan kuytu yer.

Arkaik; güzel sanatlarda klasik çağ öncesinden kalan veya edebiyat Konuşulan ve yazılan dilde, kullanımdan düşmüş olan (eski söz ve deyim

Arktik denizi ve Antarktika; ark veya arş(arch)’ın anlamlarından biri de “yukarıya” olduğu için buradaki ark kökünün anlamını “kuzey yönü” olarak anlayabiliriz. Anta +arktik , burada anta ön eki “tersi” , "zıttı"  anlamındadır. Yani kuzeyin tersi manası çıkarabiliriz. Gerçekten de Antarktika kıtası güney taraftadır. Örnekleri daha da çoğaltmamız mümkündür.

Toparlayacak olursak; bu kısa etimolojik yolculukta gördüğümüz gibi, aslında günlük yaşamda çokça kullandığımız ama geçmişini çok da irdelemediğimiz bir kelimenin, tarihin akışı içinde nerelerden nerelere evrilmiş olduğunu hep beraber görmüş olduk. Bu bağlamda şunu da eklemek isterim ki; kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim'i de olabildiğince kelime köklerine inerek tekrar tekrar okumaya, idrak etmeye çalışmalıyız. Çünkü ancak o zaman kelimelerin ve dolayısıyla cümlelerin gerçek anlamlarıyla karşılaşmış olup bazı perdelerin ve sırların ortadan kaldırılabilmisini sağlayabiliriz. (Anatula Kitabı’nın yazarı Olgun Aydoğu’nun tavsiyesidir.)

Bu yazımda bana destek olan, ismini verdiğim ve vermediğim herkese teşekkürü bir borç bilirim.